Huzurum...

Gece kaçta yatarsam yatayım sabaha doğru uyanıyorum. Parmaklarımın ucunda evin içinde dolanıyorum. Önce Koca'nın yastığa ve yorgana gömdüğü kafasını düzeltiyorum. Bilge' nin odasına giriyorum. Üstü genelde açık oluyor, yorganı usulca üzerine örtüyorum. Mutfak camından sisli puslu şehre bakıp, bir süre dinliyorum. Her şey sessiz. Şehir, ev, eşyalar muhteşem bir sessizlik içinde. Saatime bakıyorum, rutinin başlamasına daha varsa, salona geçiyorum. Çiçeklerime bakıyorum. Sulamam gerekenleri sulayıp, fısıltıyla yeni çıkan filizlerle ya da yeni açan çiçeklerle konuşuyorum. Tekrar yatak odasına geçiyorum, içerisi görebileceğim kadar aydınlanmışsa kitabımı alıp, dün gece kaldığım yerden devam ediyorum, günün en güzel zamanını yaşıyorum, telefonun sinir bozucu alarmı çalana kadar. Yavaşça Bilge'nin yanına süzülüyorum, üşümüş ayaklarımı ayaklarına değdiriyorum. Bir taraftan gülümseyip, bir taraftan homurdanarak ve çokça beni yorarak yataktan kalkıyor. Bilge kahvaltısını yapmaya otururken Koca' yı bin nazla kaldırıyorum. Evden en son ben çıkıyorum. Dışarıda yağmur yağıyor, huzuruma cila niyetine...

Yorumlar

  1. Sessiz anların ve sabahın ilk saatlerinin dayanılmaz cazibesi:-)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet bayılıyorum o saatlere Handan. İnsanlar uyurken neleri kaçırdıklarını fark etmiyorlar...

      Sil
  2. Önce fotoğrafa bayıldım:)
    Sonra da yazdıklarına, gerçekten o saatlere paha biçilmez...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Natali ben de çok sevdim. Haklısın paha biçilmez saatler.

      Sil

Yorum Gönder