3 Kasım
Ekim ayı geçti gitti, ben yine zamanın hızına şaşırıp kaldım. Sol ayağımda Aşil tendiniti oldu, gün içinde buz uygulamaları ve bolca dinlendirmeyle iyileştirmeye çalışıyorum. Böyle olunca her işim kaldı. İşlerin kendi kendine yapılmadığını biliyordum da bu kadar yüklendiğimi bilmiyordum. Sağolsunlar ev halkını benim sağlığımla ilgili olumsuz bir duruma ikna etmek oldukça zor. Neyse bu sabah biraz işlerin ucundan tuttular. Yine de salonun ortasında kocaman bir temiz çamaşır kulesi var. Bakalım.
Çok güzel bir kitaptı Robert Seethaler' ın Tütüncü Çırağı. Daha evvel İsimsiz Kafe kitabıyla tanımıştım yazarı. O kitaba da bayılmıştım. Dilin bu kadar sade ve süssüz kullanımını seviyorum. Nazi baskısındaki Viyana' da bir tütüncünün yanına çırak olarak yollanan Franz' ın hikayesini okuyoruz. Aslında kare kare izledim, o kadar güzeldi dili. Franz üstelik Sigmund Freud' la tanışıyor ve ilginç bir dostluk oluşuyor aralarında. Franz aşık oluyor, aşk acısı çekiyor, haksızlıkları görüyor, kayıplar yaşıyor. Tüm bu trajediyi öyle derin bir yerden anlatıyor ki, bittiğinde hüzün bu kadar mı güzel anlatılır dedirtiyor.

Dün bahçedeydik. Pastırma yazı dediklerinden güzel bir hava vardı. Çok zorlamadan hazırlamaya başladığımız sebze tarhının yapımına devam ettim. Önceki hafta tahtaları birleştirip yerine yerleştirmiştik. altına karton, üzerine ağaç dalları, kuru yapraklar ve toprak. Kürek kürek toprak dolmadı bir türlü. Gübre ve en son kat toprak atma işi haftaya kaldı. İki buçuk üç metrekare alan ne kadar zorladı. Üstelik bahçenin tamamına yükseltilmiş tarh yaparız diyordum, bahara kadar anca yaparız ve eminim düşündüğüm kadar çok yapamayız:( Karnabahar ve brokoli fideleride haftaya şaşırtma büyüklüğüne gelir. 
Dün giderken de gelirken de Koca' yla yolda olma halini sevdiğimizi fark ettik. Bu da ayrı bir dinamik kattı hayatımıza. Yol boyu tüm hafta konuşmadığımız kadar çok konuşuyoruz. Etrafın sakinliği bize de bulaşıyor. Dün akşam muazzam bir gün batımı eşlik etti dönüş yoluna.
İkizlerle gün batımı fotoğrafları paylaşıyoruz neredeyse her gün. Onlar Antalya' dan ben Ankara' dan yolluyoruz fotoğraf karelerini ve aynı gökyüzünün altında olduğumuzu hatırlatıyoruz birbirimize. O kadar tatlılar ki, duygularının, zihinlerinin ve büyüme evresindeki bedenlerinin şekillenişini izlemek mucize gibi. Bilge büyürken ve dibimdeyken fark etmediğim pek çok şeyi onlarda gözlemliyorum. Belkide annelik kaygısından kaçırdıklarımı, göremediklerimi şimdi fark ediyorum.
Ve pazartesileri sevmiyorum...
Olabildiğince keyifli ve sağlıklı bir hafta olsun.

Yorumlar
Yorum Gönder