29 Kasım


 Sabah uzun uzun yürüdük, aslında hep aynı yollarda yürüyoruz ama her seferinde yol sanki değişiyor gibi geliyor. Uzamıyor, kısalmıyor ve sıkılmıyorum. Bu sabahları seviyorum, bana iyi geliyor, bu yol Efes' le ilgili pek çok endişemi aldı götürdü sanki...

Kafamı kaldırıp gökyüzüne bakmaya başladım, evet bunu hep yapıyorum. Bazen karanlık, gri oluyor, bazen bu grilikten ufak bir ışık hüzmesi belli belirsiz görünüyor, bazen bulutların hızla hareket ettiklerini görüyorum. Bu bakışın en güzel hediyesi sanki gökyüzüne doğru uzanırken, yere  doğru da kökleniyorum. Derin bir nefes alıyorum, nefesimi izliyorum, nazikçe bedenimden çıkışını görüyorum ve var olduğumu iliklerime kadar hissediyorum. Evet bazen varmışım gibi gelmiyor...

Bu sabah yine kafamı göğe çevirdiğimde, gri gökten pıt diye bir yağmur damlası yüzüme düştü. Kocaman bir gülüş bıraktı yüzümde, hiç acele etmedik yürümeye devam ettik. Köşeyi dönünce yerdeki bu kocaman yaprakları gördüm. Ağaçlardayken hiç fark etmemiştim oysa. Budama mı yapmışlar diye düşündüm ama geceki fırtınada döküldüklerini anladım. O an yaprak kokusu geldi burnuma, güzel bir rayiha bunu nasıl tarif edebilirim...taze, ekşi, farklı...Kuru yapraklar kokmuyor biliyorum, demek ki vakitsiz dökülen yapraklar böyle kokuyor. 

Bu duygu hüzün, biliyorum ona da izin veriyorum sarıp sarmalasın beni, hiç rahatsız etmiyor... elim çalma listeme gidiyor, birazdan kulağımda bülbülüm altın kafeste çalmaya başlıyor, yürümeye devam ediyorum. Bir süre sonra Efes eve yöneliyor, hüzün huzura doğru evriliyor...

Yorumlar