01 Şubat


 Bugün zamanın bazen ne kadar yavaşladığı fikri takıldı aklıma. Genelde su gibi akarken bazen yavaşladığını, neredeyse durduğunu siz de hissediyor musunuz?

Koşu bandında yürümeye başladığınızda yirmi dakika geçmez bir türlü, doktor randevunuzu beklerken ya da tahlil sonuçlarınızı alana kadar uzar durur. Yayla çorbası karıştırırken, mecburen katılmanız gereken bir toplantıda uzarken,  bazen de curcunanın ortasında durur zaman. Sıcak yaz günlerinde, sıkıcı ofis zamanlarında, karanlık kapalı kış günlerinde ya da fırına koyduğunuz kekin pişmesini beklerken, biri tutup ucundan uzatır sanki. Üzgün ya da depresif zamanlarda daha çok hissettirir bana kendini bu durum. Mutlu, keyifli zamanlar sanki bir kuş kanadında pırrr diye uçup gider. Saniyelerin dakikaları, dakikaların saatleri, saatlerin günleri, haftaları, ayları, mevsimleri, yılları, takvimleri oluşturması gerçekliğini yitiriyor.  Öyle ya da böyle zaman geçip gidiyor diyebilirsiniz ama sanki insanın yaş alması ya da her yaşı aynı sürede geçmiyor gibime geliyor. Konu derinleşti, biraz daha düşünmeliyim...

Akira Mizubayashi' nin Bin Yılın Aşkı kitabını okumaya başladım. Yazarın Can Kırığı kitabını çok beğenmiştim. Yine çok zarif ve müzikle dolu bir anlatı.
Hafta sonu eğitim buluşması var, sondan bir önceki buluşma. Sonrasında ayda bir anatomi ve felsefe dersleri olacak. Bilmediğim sular beni heyecanlandırıyor. 

Bilge bu hafta evde, Efes'le yaramaz çocuklar gibiler, izlemek çok keyifli. gelecek haftaya tiyatro bileti aldım. 


Yorumlar